"Herkes İstediği Gibi Yaşasın"


İşte bu ay beni yazmam için esinlendiren kitap.  Gazeteci Büşra Cebeci ve Nevşin Mengü tarafından yakın zamanda kaleme alınan bu eser oldukça güncel bir konuya değiniyor: Başörtüsü Mücadelesinin Değişen Yolculuğu.



(Görsel: Bar Bahr) 

 Kitabın önsözünü Nilgün Toker kaleme alıyor ve 'Değişme Hakkı'nı bizlere "hiçbir şey için feda edilemeyecek şekilde kendi olma talebinin ifadesidir" şeklinde açıklıyor. 
 Daha sonra Büşra Cebeci'nin yazıya döktüğü "Türkiye" bölümü geliyor. İşte burada çok bizden çok içimizden öykülerle karşılaşıyoruz. 
 Uzun yıllar taktıkları başörtüsüyle ailelerinin görüşlerini ve dindarlığını simgeleştirmekten yorulmuş kadınların birbirlerinden güç aldıkları Yalnız Yürümeyeceksin sitesini daha önce duymuşsanız bu tarz öykülere aşinasınızdır. Bu site başörtüsünü çıkarma mücadelesi vermiş ve hala vermekte olan kadınların bu süreçte içine düştükleri yalnızlık hissini hafifletmesi ve ihtiyaç duydukları dayanışma gücünü onlara vermesi açısından oldukça önemli. Çünkü orada anlatılan öykülerde kendileri adına izleyebilecekleri yol için bir ipucu, bir ışık görüyorlar. Onları görünür kıldıklarına inanıyorlar. 



(Görsel: Jabriel Najjar)

 Bu siteyle birlikte hikayelerini duyurmaya başlayan kadınlar daha da ileri giderek #10yearschallenge hastagiyle eski ve yani hallerini yani başörtülü ve başörtüsüz hallerini paylaştılar. Kimliklerini gizleyerek büyük korkularla yazılan mektuplardan böyle iddialı bir eyleme geçilmesi linci de beraberinde getirdi. Büyük tepkilere ve hakaretlere maruz kalsalar da bu kadınları durdurmadı aksine, "ben de buradayım" diyerek sayılarını artırdılar ve gelen linçleri beraber göğüslediler. Lakin bazı kesimlerin hoşuna gitmeyen bu cüretkar olay devamında terör örgütleriyle ilişkilendirmeye varacak şekilde karalandı. Bu tepkilerin etkilerini kitapta da görüyoruz çünkü kadınlar çok büyük bir suç işlemişlercesine kimliklerinin gizli kalması hatta kendilerini ele verecek en ufak bir detayın bile olmaması konusunda ısrarcı olmuşlar. Sadece "artık ben bu örtüyü takmak istemiyorum" dedikleri için asılsız iftiralarla hayatlarının kararmasını istememelerini anlayışla karşılıyorum. 



(Görsel: Caroline Durieux)

 Kitabın devamında Nevşin Mengü'den dinleyeceğimiz İran örneğindeki gibi, Türkiye'de kadınlara başörtüsü gibi dinin gerekliliklerini yapmayı dayatan bir devlet eli olmasa da, devletten çok daha yakınımızda olan baskılayıcılar var. Bunlara karşı verilen savaşım da en az diğeri kadar zorlayıcı. Kitaptaki çeşitli yaşanmışlıklar da bunu gözler önüne sermekte. Ben bu öyküleri okurken yeri geldi öfkelendim yeri geldi ağladım ama bu hikayelerin  sonundaki başarı yüzümde buruk bir gülümseme yarattı. Nitekim bu öykülerin gün yüzüne çıkarılmayanı da oldukça fazla, hala kitaptaki kadınların çıkıp kurtulduğu karanlıkta yaşamaya mecbur olan kadınlarla dolu bu ülke.  



(Görsel: Shadi Ghadirian)
 
 Kitabın 2. bölümü Nevşin Mengü'nün anlatımıyla İran üzerinde duruyor. İran, Masih Alinejad adlı İranlı gazetecinin başlattığı "Çalınmış Özgürlüğüm" gibi kampanyalarla uluslararası basında oldukça konuşulan tartışılan bir ülke. Masih, sosyal medyadan, tıpkı #tenyearschallenge da Türk kadınınlarının yaptığı gibi, dönüşümünü anlatarak eski ve yeni hallerini paylaşıyor, diğer kadınlara da bunu yapma çağrısında bulunuyor. Oldukça ses getiren kampanya, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin Fransa ziyaretinde de karşısına çıkıyor. Oldukça can sıkıcı olarak nitelendirilen kampanya hakkında İran devlet televizyonları karalama haberleri yapıyor. Bunun üzerine kadınlar, yeterince seslerini duyurduklarına karar vererek harekete geçiyorlar ve her çarşamba barışın rengi beyazı giyinerek sokaklara çıkıyorlar. Sokaklarda başörtülerini çıkararak salladıkları videolar viral oldu. Böylece kampanyanın adı "Beyaz Çarşambalar"a dönüştü. Bu, İran'ın bugüne kadarki en sağlam sivil itaatsizlik eylemlerinden biri haline geldi. Alinejad, çığ gibi büyüyen başörtüsü eylemleri için "Kadınlar, dinin kendi hayatlarına karışmasından bıkmış durumda. Hicab, sadece bir bez parçası değil; hicab, İran'daki dini diktatörlüğün en görünür sembolü." diyor. 


(Görsel: Marinka Masseus)

 Masih Alinejad, oldukça muhafazakar bir çevrede büyümüş. Yaşadığı köyde tüm kız çocukları 7 yaşından itibaren örtünmek zorundaymış, Masih ise sadece okulda değil kendi evinde bile örtülü gezmek zorundaymış. Bu yüzden başörtüsüne karşı mücadelesinin çok erken başladığını belirtiyor ve "ben feminist devrimime büyüdüğüm evin mutfağında başladım" diyor. Arkadaşları sadece okulda mücadele verirken o, hem okul hem ailesine karşı bir savaş veriyormuş. Ama bu durumun kendisini daha isyankar ve güçlü yaptığını ifade ediyor. 


 
(Görsel: Wolfgang Krolow)

 Gençlik yıllarında İran'daki her kadın gibi çador giymek zorunda olan Masih, okul ile ev arasındaki yolda gizlice çadorunu çıkarıyormuş. Fakat bir gün babasına yakalanmış, babası öfkeyle yüzüne tükürmüş ve ondan utandığını söylemiş. Bu durum onu korkusuyla yüzleştirmiş. Artık okula karşı gelmek onun için daha kolaymış. Nitekim öyle de olmuş, okulda kendi gibi düşünen kızları örgütleyerek okulda başörtüsü takma kuralına karşı isyan başlatmışlar. Bu durum ileriki yıllarda onun ve aile üyelerinden bazılarının hapis yatmasına neden olmuş.  Hayatının en karanlık dönemi olarak adlandırdığı hapisten, hamile olduğunu öğrenmesi sayesinde kurtulabilmiş. Kitapta bize yaşamının bu gibi önemli noktalarından bahseden Masih, şu anda Washington DC'de yaşamakta ve hala İran rejimine karşı tutumuyla gazetecilik yapmakta.





 Kitabın devamında yine İran rejimine karşı geçmişten günümüze mücadeleler vermiş kadınlardan bahsedilmekte. Açıkçası kitaba başlarken ilgimi daha çok Türkiye bölümünün çekeceğini düşünmüştüm lakin öyle olmadı. İran kadınlarının maruz kaldıkları güçlük ve ona karşı direnişleri de beni oldukça içine çekmeyi başardı. Kitapta değinmeye değecek daha çok nokta var, eğer konusu itibariyle ilginizi çekmeyi başardıysa mutlaka alıp okuyun! 
 

Not: #istanbulsözleşmesiyaşatır







(Görsel: Anna Parini)





(Görsel: Daniel Murtagh)





Yorumlar

Popüler Yayınlar